Aynalara Değil Kendine Dans Et
Dans popüler kültürde; insanın estetik, güzel, çekici görünmek veya herhangi bir hareketi ekstrem esneklikte yapabilmek için kullandığı bir teknik olarak bilinir. İnsanın gözü canlı olan’ı, yaşayan’ı aradığı için bakışımıza hitap eden ve içimizde belirli duyguları tetikleyen anları izlemekten hoşlanırız.
Dansın, spordan farklı olarak hareketlere hislerin, duyguların ve psikolojik halimizin de eşlik ettiği bir yöntem olduğu için dönüşümü yalnız bedende değil her katmanda sağlaması bu yüzdendir.
İnsanlık tarihi kadar eski olan ritim algımız, yaşamın bir ritim olması ve bedenin bu ritme eşlik edebilme becerisi hayatta her insanın içinde olan bir yetenektir. Kimimizin belirli motorik becerileri daha aktif olsa da, kimi insanın ritim algısı daha net olsa da; aslında dans doğadaki her unsura özgüdür. Hayvanların çiftleşme dansı gibi, ya da bir çiçeğin yüzünü güneşe dönüşü gibi hareketleri otomatik algılamaktan çıkarıp geçişlerini ve kendi içindeki ahengi gördüğümüzde dansın doğallığını anlamaya başlarız.
Bu kadar fazla etrafımızı saran bir oluşu, varlığın ritmik uyumunu nasıl olur da beceremeyeceğimizi düşünürüz? Aslında hepimiz birer dansçıyız, bunu çoğu insan en çok alkol kullanımında deneyimliyor. Alkol kullanımıyla utanç bariyeri aşılıyor ve aklın yargılama kapasitesindense; limbik yani duygusal sistemin kontrolü eline almasıyla danslar çok daha coşkulu, cesur, neşeli ve bir nevi “kendinden geçme” haliyle ediliyor. Bu aşamaya alkolsüz veya herhangi bir dış destek olmaksızın gelebileceğimizi söylememe gerek yok herhalde. Ayıkken neden özgürce dans edemiyoruz o halde?
Ders verirken özellikle ilk zamanlar, katılımcıların kendini videoya çekmesini ve dans ederken kendilerini izlemesini önermem. Dansı genellikle kendimizi aynadan izlediğimiz bir eylem olarak sunarlar oysa dans izlenen değil katılınan bir oluştur. Yaşamda da olduğu üzere, uzaktan kendimizi veya başkasını izlediğimiz bir “izlence/ performans”tan çok katılınan bir ritüeldir. Bizler izlendiğimizi bildiğimiz an bir çeşit performans sergilemeye başlarız ve bunda bir sorun yoktur; ancak ister istemez izlendiğimiz yöne doğru hareket etmeye başlarız ve bu da bizim kendimizi gerçekleştirmekten çok izlenebilecek bir ürün ortaya koyma kaygımızı açığa çıkarır.
Bizi bir başkasının izlemesi dans etmek için yüreklendirebilir veya strese sokup bedenimizi ketleyebilir de. Sanatçılar, performansçılar, dansçılar elbette izlenmekten beslenir ve bundan hoşlanırlar; ve elbette dans başkalarıyla paylaşılacak bir izlenceye dönüştürülür. Yine de dansı varoluşsal bir mesele olarak ele alırsak; eğer ben hiç izleyicim yokken dans etmiyorsam -buna kamera da dahil- o halde ben dış gözlere bağımlı halde, beğeniye muhtaç halde dans ediyor oluyorum.
İnsanın başka bakışların veya kameranın olmadığı yerde kendi kendine dans edebilmesi büyük bir yüzleşmedir.
Kendimizi aynadan izlerken de aynı şekilde, aynada izleyen biz olsak da bakışa hitap eden hareketler yapmaya başlarız ve hareketi kısıtlarız. Çünkü aynada görünen bedenimin ön kısmı veya yan kısmı, arkası olamaz. Gözlerim arkada değil, oysa bizler kendi bedenimizin herbir zerresini hissedebilecek duyusallığa erişebiliyoruz. Bedenimizi içeriden görebiliyoruz. Bu duyusal becerimizi sadece gözlerimize devredip dansı veya hayatı gözlerimizle gördüğümüz kadarıyla yapmaya başladığımızda kendi zenginliğimizi kısıtlıyoruz.
Dansa yeni başlayan pek çok insan kendini izleyip beğenmiyor veya “Aaaa ben çok iyi hissediyordum ama dansım güzel görünmüyormuş.” diyor. Dans elbette güzelliğe hizmet eder ancak dansı kendi duygusal bütünlüğümüz ve hislerimizi idrak etme ritüeli olarak görüp benimsediğimizde; zaman içinde dans zaten güzelliğimizi ortaya çıkarmada ve sunmada müthiş bir yol olacak. Ben en başından sadece görüntümle ilgilenip bir şeyleri doğru yapma mücadelesi verirsem dans değil, içi boş mekanik hareketler yapmış olurum. Böylesine mekanikleşmiş bir çağda ise içimizin arayışı daha derin ve gerçek hislere geçiş yapmak.
Dolayısıyla kendimizi gözlerimizle görerek değil, öz-duyumumuzla içeriden görmeye başladığımızda evrende yerimizi almaya başlıyoruz ve bu duyusal derinleşmeyle yavaş yavaş beden kendi estetiğini bulup onu parlatmaya başlıyor. Ayrıca aynalar ya da başka bakışlar odaklı dans etmediğimizde bilinçsizce taklit ettiğimiz kimlikleri ve hareketleri de bırakıyoruz, hareket özümüzden başlıyor ve kendiliğimizi yansıtıyor. Böylelikle herkes kendi otantikliğinde dans edebiliyor.
Neyin parçası olduğumuzun kabulüyle.
Kendin olabilmek, kendin olarak dans edebilmek istiyorsan aynalara değil kendine dans et. Kendini elbette izle, elbette video kaydet ve paylaş. Fakat dans etmek için motivasyonun bu olursa eğer, başkalarının beğenisi gittiğinde dansın içi boşalır. Kendi iç motivasyonunda merkezlenip dışarıyla da merkezinden paylaşmayı bulursan; dans ile aranda gerçek bir ilişki başlar.
İşte orada gerçekten “sen” başlarsın.