Bedenle Beden Ötesi Deneyimler
Beden hakkında yazmak zordur; aslında bu ilginçtir. Çünkü yazma eylemi için ellerimize ihtiyaç duyarız. Zihin ellerimiz aracılığıyla kağıda veya ekrana dökülmenin yollarını bulur. Kelimeler sınırlıdır, biz yine de anlamı tanımlara sıkıştırarak bir anlatı sunar veya okuruz. Bu kelimeler bizim belleğimizde nereye dokunuyorsa onu anlar, o kadar anlar ve yolumuza devam ederiz.
Dünya üzerinde gerçekleştirdiğimiz tüm eylem ve eylemsizliklerimizin içine bedeni dahil etmek zorundayızdır.
En hareketsiz anlarımızda bile o hareketsizliğin kalitesini bedene dair durumlar belirler. İyi bir uykunun, iyi bir dinlenmenin olmazsa olmazı boynumuzun rahat konumlanmasıdır. Zihnin hızı ve dağınıklığı da bedensel birtakım koşullara bağlı olabilir. Beyin için “zihin üreten organ” denmeye başlanmasından beri daha sık düşünürüm; zihin sadece beynin tekelinde midir yoksa tüm bir beden mi zihni üretir?
Düşünme eylemini de bedenin sınırları içerisinde yaparız. Bu tanımı şu şekilde daha doğru kullanabiliriz: Düşünmeyi bedenliliğin sınırları içerisinde yaparız. Bedenliliğin varlığından bağımsız bir düşünme sistemi düşünülemez. Düşünceler fiziği kavrayabilir, rasyonalize edebilir ancak görünenin ardındaki metafizik alan hakkında tam bir kavrama yapamaz. Bazı şeyleri düşünerek bulamayız.
Aslında yaşama dair çoğu şeyi düşünerek bilemeyiz. “Düşünüyorum, öyleyse varım.” Diyen Descartes’ten beridir varlığı daha da çok düşünceyle kısıtlamış bulunduk. Oysa bizler koskoca evrende, küçük insan beynimizle pek de yaşamı kavramaya becerikli değiliz. Beyin sonsuzluğu kavrayamaz. Sonsuzluğu kavramak için tamamımızı hissedebiliyor, bir bütünlük yaratıyor olmamız gerekir.
Elbette düşünce hızlıdır, hem de çok hızlıdır. Bedenin süreçlerinden, sindirmesinden, bir hikayeyi veya bilgiyi kaydetmesindense zihin daha ataktır ve ışık hızıyla gezinebilir. Hatta ışık hızından daha hızlı olarak da kabul ederler zihni. Fakat zihin eğitilmemiş bir elektrik akıntısı gibi canımızı acıtan, bizi yoran, bir işe yaramayan yerlere seyahat edebilir ve hatta belirli paternlerde takılı kalıp aslında “düşünmüyor” olabilir. Düşündüğünü zannediyor…
Cepten yiyor.
Burada bedeni tek hakikat olarak kabul etmediğimi netleştirmek isterim: Yani zihinle değil sadece bedenle yaşayın gibisinden bir çıkarıma gidemeyiz bu anlattıklarımdan. Zihni de hakikat olarak kabul edemeyiz, bedeni de. İkisi de geçici ve varlığa dair küçük kesitler sadece. Burada bedenin rolünü unuttuğumuz için tekrar tekrar bedene dönüyorum.
Hepimiz bu sonsuzluk içerisinde bir anlam ve yaşama dair bir bilgi arıyoruz. Bu hakikati, varoluşun kendisini, tekliği ya da bütünlüğü -adına her ne diyorsak O’nu- bulmak, en azından birkaç saniye hissedebilmek için birçok deneyime sürüklüyoruz kendimizi. Buna uyuşturucular, yoğun adrenalin, cinsellik, alkol ya da meditasyon, terapiler, sanat… gibi yöntemler dahil. O bütünlük an’ını biraz olsun hissedebilmek. O huzura yerleşmek. Ve sonra düşünüyoruz bunun hakkında, sanki düşünerek ona dokunabilirmişiz gibi.
Aslında dünyevi tüm eylemlerimizi görünenin ötesinde bir şey için gerçekleştiriyoruz. Bu ilahi bir his veya bastırılmış bir duygu olabilir. Ama görünenin ötesinde kendini gizleyen bir sır için yaşıyoruz. Bu sır’ra ulaşmak için; en azından hissinin yakınından geçmek için bedenimizin içinde çıkacağımız yolculuklarla bütünlük hissini tadabiliriz.
Bir beden evren kadar sonsuzdur, içine bölünür durur. Henüz ne sinir sistemini, ne fasyal bağları, ne de bedenin başka sistem detaylarını tam olarak algılayabilmiş değiliz. Beden de makrolaşan evren gibi mikro mikro kendi içine genişler durur. Dansla tüm o mikro yerlere, detaylara dokunarak içimizde… Evrene de dokunmuş oluruz.