"Ben" Dediğim Şeyin Ne Olduğunu Nereden Bileceğim?
Dünyanın yalnızca maddesellikle yaşanmadığını, maddesellik ve maneviyat arasında bir denge kurmamız gerektiğini son zamanlarda anladığımızdan beridir bazı spiritüel hedeflere yöneldik. Bunlardan en sık duyduğumuz “kendin olmak” Peki nedir kendin olmak?
Bunun hakkında pekçok farklı alan ve içinde pekçok ekol özgün yorumlar getiriyor. Fakat bu öyle bir hal ki, okusan da, dinlesen de yetmiyor. Anlıyorsun ve bir yandan anlamıyorsun. Ben kimim? Ben dediğim şey nedir? Kendim olduğumda ne olacak? Nasıl kendim olabileceğim? Gibi sorular birbiri ardını izliyor zihnimizde.
Önceliğimiz bu soruyu mental seviyeden daha aşağılara indirmek olmalı.
Zihin, bütün soruların cevaplarını bulabileceğini, bilebileceğini sanan hızlı bir mekanizmadır. Öyledir ki hızı onu yanıltır, çünkü hızın içinde biz önemli bir detayı yitiririz: Bütünsellik. Bütün yatırımımızı ve gündelik aktivitelerimizi zihin üzerinden yönetmeye çalıştığımız için de tek otoriteyi zihnimiz zannederiz.0
Ve kendimizi zihnimizle tanımladıkça düşüncelerimize hapsoluruz. Çok güzel bir söz okumuştum bir posterde. “Don’t Believe everything you Think.” Yani düşündüğün her şeye inanma.
O halde inanç ve düşünce ayrı yerlerde mi dolanıyor? Ben düşündüğüm değilsem o zaman neyim? İnandığım mıyım?
Tao’da merkezleri üçe böleriz:
Karın, fiziksel bedenin enerji santrali. Göğüs, duyguların enerji santrali ve üçüncü göz zihnin enerji santrali. Aslında “ben” bu üç merkezin birbiriyle olan ilişkisinden oluşurken günümüzde genelde kendimizi zihne indirgiyoruz ve bedenin çok büyük bir bölümünü atlamış oluyoruz.
Yani ben, kendimin çok büyük bir kısmını atlıyorum.
Duygularımın ve fizikselliğimin dahil olmadığı ben, ben olabilir miyim gerçekten?
Düşüncelerini ellerinde tutabilir misin? Düşüncelerinin varlığını ispatlayabilir misin? Varlığını ispatlasan da her düşüncenin peşinden gidebilir misin? Hayır.
Düşüncelerin aşağıdan; karnından ve göğsünden desteklenmek ister.
Düşünce duyguyu yaratır anlayışındansa, artık biliyoruz ki duygu bir düşünce yaratır. Sonra o başka bir duygu yaratır; ama en temelinde bir duygu yatar. Biz daha analitik düşünme kabiliyetine sahip değilken, bebekken, yalnızca hissediyorduk.
Kendimi fikirlere sıkıştırmayıp bedenimin nasıl olduğunu, duygularımın ne halde olduğunu ve zihnimin bunu nasıl izleyebildiğini algıladığımda; “ben” dediğim şeyin ne olduğunu bileceğim. Bazen onu bulup bulup yeniden kaybedeceğim.
Fakat aslında kaybetmediğimi bileceğim, sadece zihin onu arada perdeleyecek ve sonra ben perdeyi aralayacağım. Duygularıma ve bedenime açılacağım. Böylelikle içime ışık girecek.
Ve ben ne olduğumu hatırlayacağım.