"Cinsiyet Belası"

 "Cinsiyet Belası"
Ağu 04, 2022

"Cinsiyet Belası"

Cinsellik ve cinsiyet kavramlarını ilk düşündüğüm lise dönemimde Judith Butler’ın “Cinsiyet Belası” kitabından epey etkilenmiştim. Kendimizi toplumun bize öğrettikleriyle kapana kıstırdığımız cinsiyetimiz, kadın-erkek ayrımı ve tanımların, ayrımların içinde kayboluşumuz… Dans hayatımı “dişil enerji” üzerine yoğunlaştırdığımdan beri daha da çok karşılaştığım bir durum var: benim “kadınsılık” öğretiyor olmamla ilgili genel bir yargı. Bunu defalarca her yazımda, her video paylaşımımda ya da günlük hayatta ifade ettim. Ancak yerleşmiş algılar o kadar kalıplar ki; içlerine sızmak zor. Gelin biraz genişletelim bu algıyı.

Cinsiyetin biyolojik bir atama değil, toplumsal bir kod olduğunu ve cinsiyetin getirdiklerini belirleyenin sosyolojik bir dayatma olduğu konusu son zamanlarda daha fazla gündemde. Türkiyede henüz bunu çok yaygın konuşup tartışmıyoruz ancak dünya genelinde kuir (queer) kuramın bilinirliği gittikçe artıyor. Mesele burada bunu bir teori olarak tartışmak ve konuşabilmekten öte, queer kuramı yaşamın ve gündelik hayatın içine dahil edebilmek. Eylemlerimizde bu cinsiyet belasından kurtulmak. Yaşamı daha “öz” bir yerden deneyimleyebilmek.

Kendimi bir kadın olmak veya bir kadın bedenine sahip olmak üzerinden tanımlamıyorum. Zaten bedenlerimize sahip değiliz, bedenlerimize eşlik ediyoruz; veya bedenlerimiz bu dünyada bize aracılık ediyorlar.

Cinsiyetleri, cinsel yönelimleri ya da kendimize uygun gördüğümüz beyanları elbette reddetmiyorum. Bu hayatı bir kadın olarak deneyimliyorum, bedenimi bir kadın bedeni olarak görüyorum; dışarıdan bakıldığında heteronormatif bir algıyla sürüyorum ikili ilişkilerimi. Ancak tek gerçeğimin bu olmadığını biliyorum, kendimi bir kadın olmak veya bir kadın bedenine sahip olmak üzerinden tanımlamıyorum. Zaten bedenlerimize sahip değiliz, bedenlerimize eşlik ediyoruz; veya bedenlerimiz bu dünyada bize aracılık ediyorlar. Belirli hakları savunurken başvurduğumuz yolların cinsiyetçi bir yerden olması kendi kendimize çelme atmaya benziyor.

Kendim dediğim o şey; cinsiyetim, mesleğim, yaşım, kaç çocuğum olduğu, bedenimin biçmi/tipi… gibi bariyerlere takılmadan, nedir? Asıl ben, asıl varoluşum nedir?“Merhaba, ben Buse, ben bir kadınım.” Dediğimde kendime bir sınır çekmiş olmuyor muyum? Bu kadınlığın reddi demek değil; bu öz’de bir cinsiyet olmadığını bilmek. Özüm bu dünyada bir kadın olarak tezahür ediyor olabilir; ama ben buna sıkı sıkıya sarılırsam, kadın olmaya fazla anlam yüklersem: kadınlık üzerimde ağırlaşmaya başlar.

Çağ git gide cinsiyetsiz bir yere doğru evriliyor, çok uzak olmayan bir süre zarfında cinsiyet kalıplarımızın iyice geçirgen olacağına ve kendimizi cinsel yönelim üzerinden tanımlayamayacağımız bir yere genişleyeceğimizi düşünüyorum. Z kuşağında ve alfa kuşağında bilincin hızlanmasıyla odağın değiştiğinde hepimiz hemfikirizdir.Biz aşağılara indikçe cinsiyet kendini göstermeye başlar, ancak dünyayı artık hayvan bilincinden değil yukarılarımızdan deneyimlediğimiz için; bilinçte cinsellik ve cinsiyet ötesi alanlara geçeceğiz. Hayvanlığımızı da beraberimizde götüreceğiz, kabul edeceğiz fakat dönüşüme ayak direyemeyiz. Yin-yang dualitesini ne kadar erken kadın-erkek sıkışmışlığından özgürleştirirsek o kadar iyi.

Bu yazdıklarım size göbek dansı, dişil enerji.. gibi dersler veren birinin dilinden tuhaf görünüyor olabilir; ancak derinlemesine anlamayı denerseniz, sözcüklerin ötesindeki o yeri hissederseniz, siz de dünya düzeninin kadın-erkek ikileminden çok daha uzaklara, organik zeka-yapay zeka gibi ikilemlere evrileceğini sezebilirsiniz.

Dualite, ikilik, karşıtlık ve tamamlayıcılık burada kendini hep gösterecek. Bu ikilikten bütünlüğü, tekliği bileceğiz. Sahiplendiğimiz en önemli özelliğimiz cinsiyetimiz olursa, gelecek bizi bununla sınayacağa; cinsiyeti geride kalmış bir bela olarak hatırlayacağa benziyor…

 

***Daha detaylı bir okuma önerisi: Judith Butler-Cinsiyet Belası