Dans Etmek İçin Geç mi Kaldım?
Yaşamın içinde bir şeylere geç kaldığımızı düşünmek çok yaygındır. Aslında bütün bu hızın içinde sürekli olarak yetişemediğimiz bir yer varmış hissi ile kendimize aslında olmayan bir stres de yaratmış oluyoruz. Bu stresin yanında bir de hep hayalimiz olan ama adım içine atmadığımız, uzaktan izleyip “Keşke ben de yapabilsem” dediklerimiz var. Çok fazla insan bana “Dans etmek için geç mi kaldım?” “Bu kadar kıvrılmak için, yumuşamak için yaşım geçti mi?” gibi sorularla geliyor. Elbette 40 yaşında başlayıp profesyonel balerin olamayabilirsiniz. Fakat dansın ne olduğunu daha genişlemesine anlarsak ortada geç kalınmış bir durum olmadığını anlayacağız.
Dansı bize sunulan formlarla, fazla esnek olmakla, kimsenin kolayca yapamayacağı hareketleri yapabilmekle, güzel görünmekle ve çok yetenekli olmakla tanımlıyoruz. Oysa dansın kendisi özünde, tüm insanlığın çağlar boyunca rahatça kullandığı bir iletişim ve bir ritüel aracıydı. İnsanlık var olduğundan beri ritim ve bu ritme eşlik eden hareket dizgileri var.
Yani aslında dansçı olmak diye bir şey yoktu geçmişte, toplumun tüm bireyleri zaten ritüellere katılıp birlikte hareket ederdi. Kim daha iyi hareket ediyor diye bakıldığını da hiç sanmıyorum, oradaki niyet bir hareketi düzgün yapmak değil, hareketin içinde duygularla ve o coşkuyla var olabilmekti. Düzgün hareket edince elimize ne geçiyor ki?
Dahası, düzgün hareket nedir ki?
Önceliğimiz dansı sıkıştırdığımız kalıplardan çıkarmak olabilir. Hatta pek çok akademide artık dansa dans değil, hareket teknikleri dendiğini de görebilirsiniz. Çünkü dans dediğimizde aklın gittiği yer çok belirli, ki özünde öyle bir yapı da değil dans. Ama hareket tekniği diyerek algıyı açmak istemişler. Ben de üniversitede dans adı altında bir ders almadım: derslerin başlıkları hareket teknikleri, yaratıcı doğaçlama, performans çalışmaları ya da somatik çalışmalar… gibi betimleniyordu.
Eğer aklınızda ulaşmak istediğiniz bir form, bir doğru yoksa hiçbir şeye geç kalmış sayılmazsınız. Geç kalmak, kendimizden beklentimizin fazla olduğu yerlerde belirir. Oysa arzum keşfetmek, deneyimlemek, bende olanın nelere dönüşebileceğini, hareketle benim diyaloğumu anlamaksa, bedenli olduğumu hatırlamaksa; hangi yaşta olduğumun pek önemi yok.
Hatta bazı derslerde söylerim: “Klasik dans eğitimi geçmişi olanlarla bazen ders yapmakta daha çok zorlandığımı. Uzun süre kendini mükemmelleştirmeye çalışmış bir beden; hissettiği gibi doğaçlama konusunda rahat olamayabiliyor. Fazla yapabiliyor. Yani hareketin bağını, yarattığı yankıları algılamaktansa mekanikleşebiliyor ve yalnızca hareket olarak kalabiliyor yaptıkları.
Bu da bir tercih ve araştırma alanı olmakla birlikte; dansın insanın en eski ritüeli olduğunu kabul edersek burada başka anlamlar olmalı… Ve bu anlam her birimizin içinde farklı tezahür ediyor olabilir.
Eğer bir müzik seni çağırıyorsa, bir dans videosu izliyorken için kıpırdıyorsa, kendi kendine bedenini bir harekete doğru giderken buluyorsan, evrenin dansından büyüleniyorsan; sen zaten dansın içindesin. Yapman gereken tek şey bedenini nasıl ifade edeceği konusunda birazcık eğitmek. Duyguları bedenden nasıl geçireceğini, bedenindeki ince bağları ve aslında nasıl da bütün bir yapı olduğunu keşfetmek. Sabırla her gün biraz yemek verir gibi, bedenine dans, hareket alanları açmak.
Ve şimdi dansa, harekete başlarsan bundan beş sene sonra beş senedir dans ediyor olacaksın. Şimdi “dans etmek için çok geç” deyip uzaktan izlemeye devam edersen ise beş sene sonra hala bunu söylüyor olacaksın. Bunu söylemeye harcadığın zamanı, şimdi başlamak için kullanabilirsin.