Dans Sadece Keyif Almak İçin mi?
Dansın yalnızca mutluyken, keyifliyken edildiği gibi yaygın bir algı var. Ya da dansın mutluluk, eğlence için edildiğine dair… Bu varsayımlar doğru olsa da, gerçekten dans etmenin sadece mutlulukla değil; diğer tüm duygularla ilgisi vardır. Dansın zenginliği; tüm duygulara erişebilmek için bize bir yol sunmasıdır.
Derslerde hep söylerim: “Eğer sadece mutlu olduğum anlarda dans etmiş olsaydım, bugüne dek ettiğimin %70ini etmemiş olurdum…” diye.
Çünkü dans salt eğlenceden ziyade; benim tüm duygularımla, üzüntümle, öfkemle, suçluluğumla, pişmanlığımla, utangaçlığımla, coşkumla ve diğer bana ait tüm deneyimlerle içine girebileceğim kutsal bir alem. Beden aracılığıyla bir duygumu tam yaşamamı ve onu sağaltmamı sağlayan bir ritüel.
İnsanın mutluluk ve haz peşinde koşma çabası, yaşamın her alanına nüfuz ettiği gibi sanatın içine de yerleşti. Yaşamın amacını mutlu olmak zannediyoruz ve tüm eylemleri mutlu olmaya doğru gerçekleştiriyoruz. Oysa mutluluk bizim yalnızca bir parçamız ve diğer parçalarımızın da görünür olup beden yoluyla ifadeye, harekete dönüşme ihtiyacı var.
Bir dans ritüelinin içinde ağlayabilirsiniz, hiç bilmediğiniz ve tanımlayamadığınız bir anınıza gidebilirsiniz, bir hayali yaşayabilirsiniz, ağrıdığından haberiniz olmayan bölgelerinizle yüzleşebilirsiniz, içinizden açığa çıkacaklardan ürkebilirsiniz, müthiş bit özlem hissedebilir veya bazen kaybolabilirsiniz. Bunlar deneyimlerin yalnızca bir bölümü, kelimeye sıkıştırılmış hali. Tanımlamalar asla ve asla dansta başınıza gelecekleri ifade etmeye yetmez. Dansı bilmediğiniz, başka bir dil gibi düşünebilirsiniz.
Biz bir kez bedenimizden konuşmaya başladığımızda, zihnin tek gerçeklik olmadığının farkına varırız. Düşüncelerimle algılayamadığım şeyler var bedenimde ve ben “oralara” düşünerek gidemem, yalnızca hareketin oluş halinde gidebilirim. Kendimin bilmediğim diyarlarına seyahat gibi, keşfedilmemiş adalara ayak basmak gibi aslında dil ötesi deneyimler. Bütün bir yaşamı aslında dille açıklayamadığımız bir “şey”in peşinde geçiriyoruz.
Canımız bazen dans etmek istemez, zihin zaten bedenin hareket etmesine ters yönde çalışır. Zihin kendinden başka bir şeyin hareket etmesinden hoşlanmaz çünkü gücünden düşer, hızı azalır ve üzerimizdeki hükmü sarsılır. Canınız dans veya hareket etmek istemediğinde bilin ki istemeyen canınız değil, zihninizdir.
Beden (çok yorgun veya hasta olmadığı sürece) genellikle hareket etmeyi ister, hatta buna ihtiyaç duyar. Zihne aldırmadan kendinizi hareketin içine bıraktıktan bir süre sonra enerjiniz dengelenir, zihniniz sakinleşir ve dansınız bittiğinde “ne çabuk geçti, hiç bitsin istemedim, biraz daha dans edelim mi” civarında bir yerlerde bulursunuz kendinizi. Çünkü dans esnasında oluş gerçeklemiştir.
Dansı eğlenmelik yüzeysel bir eylem olarak görmekten kurtarıp insanlık var olduğundan beri süregelmekte olan bir ritüel ve kadim bir bilgi olarak anlamaya başladığımız an; keyifli de olsak, mutsuz da olsak, her ne koşulda olursa olsun, dansın bizi kendimize yakınlaştıracağını biliriz. Bedenimize ve zihnimize bunu öğrettiğimizde ise bütün duyguların içinden dansın desteğiyle rahatça geçebiliriz. Duygulara tutunmak yerine, duyguların bedende akışını ve dalgalanışını hissedebiliriz.
Dans, arınmaktır.