Gençliğe Duyulan Özlem ve Kıskançlık
Kıskançlık; her insanın belli başlı durumlarda deneyimleyebileceği bir duygu durumu. Herkesin kişisel öyküsüne ve yapısına göre kendini başka formlarda ve biçimlerde gösterebilir.
Kıskançlığın doğuştan olmadığı, sonradan öğrenildiğini söylenir. Pek çok duygumuzu deneyimlerle öğrendiğimiz apaçık olsa da, neyin doğal neyin bize ait olmayan olduğunu anlamak epey kafa karıştırıcı olabilir.
Kıskançlığın genelde zihni çok aktif çalışan insanlarda yaygın olduğunu gözlemliyorum. Yani zihnin kapasitesi; düşünme enerjisini buraya akıtabiliyor ve üstüne üstlük buna takıp kendini oyalabiliyor. Zihnin bir şekilde oyuncağa ve oyalanmaya ihtiyacı var. Eğer bana hizmet eden bir alana yönlendiremezsem zihnimi, bir şeylere sarmak isteyeceği kesin. Bir de üstüne üstlük günümüz medyası bize sürekli idealler, güzellik algıları biçtiğinden; hatta artık spiritüel olmanın bile idealize edildiği ve -mış gibi yapıldığı bir dönemde olduğumuzdan kıyas ve kıskançlık bayrağı eline almaya başlıyor.
Kıskançlığı genelde iki biçimde inceleriz: partnerimize karşı duyduğumuz bir kıskançlık ya da kendimizde aynı kulvarda yarıştığını düşündüğümüz insanlara karşı kıskançlık veya haset.
Bu yazımda, aynı kulvar meselesindeki kıskançlığı irdeleyeceğim.
Bilhassa lise dönemimde, kendimi pekçok kızla kıyasladığımı hatırlıyorum. Kim daha güzel? Onun neresi daha güzel? Güzellik ne, güzel olmak için ne yapmam lazım? Kendimi daha güzel hissetmek için ne yapmalıyım, ne yapmamalıyım? İki haftada bir kaşlarını aldıran, bakımlı olmayı birazcık abartmış coşkulu bir genç kızdım.
Durum etrafımda da farklı değildi, belli ki güzellik/çekicilik yarışı biz kendimizi cinsel kimliğimizle tanımlamaya başladığımızda öğrendiğimiz bir durum. Çocukken güzelliğinizle ilgili birileriyle yarıştığınızı hatırlıyor musunuz? Belki başka konularda yarışırsınız, ama hayır güzellik konusunda değil. Güzel olmak ve güzelliğimizle tanımlanmak yavaş yavaş etrafımızın bizi çocuk pozisyonundan genç kız pozisyonuna taşımasıyla başlıyor. Hatta kimi zaman bizim bu yarışa sokuluşumuz irademiz dışında gelişiyor, bizi etrafımız atıyor genç kızlık mertebesine.
Sistem bunu destekliyor; güzeli, çekiciyi tanımlıyor. Güzel şu’dur diyor, ötesini tartışmıyor. Son zamanlarda daha bir “doğal güzellik” modası olsa da ister istemez yine bize dayatılan üzerinden geliştiriyoruz algımızı. Otantikliğimizden düşündüğümüzü sandığımız pekçok biçim bize alttan alttan işleniyor. Bununla da büyük bir sermaye yürütülüyor: Kozmetik ve estetik. Bu konudaki fikirlerimden “Bir Yem Olarak Güzellik ve Avcı Kozmetik Sektörü” yazımda bahsetmiştim.
Güzelliğin toplum için ne denli önemli olduğunu kavradığımızda bunun üzerinden var olmaya çalışıyoruz. Ancak fiziksel güzelliğimiz üzerinden kendimizi var etmemizin çok büyük bir tehlikesi var: Onu kaybetmek. Ya da başkalarının senden güzel olabilecek olması riski.
Genelde kadın katılımcılarla çalıştığımdan sıkça sorulan bir soruya rastlarım: “Kaç yaşındasın?” Kadın beyanı bulunmayan katılımcılarımdan ise böyle bir soru pek gelmez. Kadınlar arasında verdiğim tüm derslerde bir yaş furyası başlar, herkes birbirinin yaşını sorar ve bunun önünü alamayız. Buradaki yaş sorusunda başka gizli bir soru gizlidir: “Ne kadar daha güzel kalacaksın?” “Ya da rakibim misin?” “Ya da ben bir şeyleri yapmak için geç kaldım mı/ çok mu erken?” “Seni kendimle kıyaslayabilir miyim?”
Kıskançlık bizde olmayana sürekli öykünmenin doğal bir sonucudur. Ve bizde artık olmayacak şey gençliğimizdir. Dolayısıyla yaşı daha büyük kadınlardan daha küçüklere akan üstü kapalı bir kıskançlık furyası başlayabilir: “Gençsin o yüzden..” “Ben senin yaşında 51 kiloydum.” “O zamanlar ben de öyle diyordum, ama şimdi…” gibi cümlelerle açık seçik olmasa da gençliğe dair umutsuzluk ve kıskançlık mesajları verilir.
Bizden genç olan demek, potansiyel bizden güzel olan demektir.
Peki neden bu algıyı sorgusuz sualsiz kabul edip bunun üzerine çalışmıyoruz?
Çünkü ölümsüzlük ilüzyonu yaşlanmayla birlikte kırılıyor ve yaşama tutunmak adına insan mütemadiyen gençliği, ölümsüzlüğü arıyor. Yaşlanmayı bir yenilgi olarak görüyor, hele ki gençliğinde kendi gibi yaşayamadıysa…
Her yaş grubundan kadınla çalışan biri olarak diyebilirim ki bu tuzağa düşmeden kendimizi bu konuda geliştirebilmemiz mümkün. Yaşa başka bir yerden bakmaya başlayarak adım atabiliriz mesela. Yaş dünyaya ait bir olgu, oysa bildiğimiz üzere yaşam yolculuğu bunun çok ötesinde. Zamanın göreceliği, çok boyutluluğu daha sık konuşulmaya başlandı.
Zamansız bir uzamda ben kimim? Neyim, nereye gidiyorum?
Benim için güzel olan ne, gerçek güzellik ne benim için?
Bana kimse güzel’in ne olduğunu söylememiş olsa ben neye güzel derdim?
Bu soruları kendimize yöneltmek ezbere düşündüğümüz kalıpların dışına çıkmamıza yardımcı olabilir. Bizi yarışa sürükleyen yapılanmanın oyunlarına gelmeden kendimizde kalmak, başkalarıyla bağda kalmak ve kabullenilmek için ideal bir güzelliğe sahip olmamız gerekmediğini kendimize hatırlatabiliriz.
Güzelliğe sahip olamazsınız.
Siz, güzelliğin bir parçasısınız.
Herkes gibi.