Yaşamın Bir Vitrin Olmadığını Kabul Etmek
Aklıma düşen bu cümleyi birden öylesine yazıverdim. Kenarda dağınık duran çantama bakarken. Mükemmelliyetçi yapıların en büyük derdi, mükemmelliğe asla ulaşamayacaklarını bile bile hep mükemmelliği denemeleri; sonra da sanki mümkün olmadığını bilmiyormuşçasına üzülmeleridir.
Algımıza sadece olumsuzmuş gibi kazınan “mükemmelliyetçilik” çok fonksiyonel de olabilir elbette; bir iş kurmayı, birçok sorumluluğumu disiplinle ve düzgünce yapmamı mükemmelliyetçiliğime borçluyum diyebiliriz. Faydalarını kesinlikle yok sayamayız.
En ufak hatayı görüverip onu düzeltmek için, çözüm aramak için çalışır yaratıcılığım.
Gel gelelim sürekli asla gerçekleşmeyecek olan bir “mükemmel”i aramak bedende ve günlük eylemlerimizde ciddi gerginlikler yaratabilir. İşte böyle ben de, yolculuk sonrası etrafı toparlarken kenarda duran dağınık çantama bakarken ve onun orada olmamasını isterken buldum kendimi. Oysa etraf gayet düzgündü, yapmam gerekenleri yapmıştım. Bir derse gidecektim, o yüzden artık düzenlemeyi bırakıp yol almam gerekiyordu… 🙂
Tam o anda bu cümle düştü aklıma: “Yaşamın bir vitrin olmadığını kabul etmek biraz zaman alıyor bazen.” Mükemmelliği arayan aklım; sürekli her şey düzenli olsun, steril olsun, adeta bir vitrin gibi baktığımda temizliğinden, belirliliğinden ve boşluğundan memnun olsun istiyor. Eşyalara, bir odaya, hatta bazen bedenimize de yapıyoruz bunu. İzlediğim bir şey olsun eşyalarım, baktığımızda hoş görünsün gözüme odam, bedenim de “izlenmeye hazır” bir halde olsun.
Ben bir vitrin olayım, yaşam bir vitrin olsun. Hiçbir şey dağılmasın, her şey bir düzende ve belirlilikte karşımda dursun. Bozulmasın. Donsun belki de.
Elbette sonra yaşadığım yerin bir seyirlik olmadığını hatırlayıp kendimi saldım, bedenim de gevşeyiverdi. Mükemmelliğin peşinde koşarken yitirdiklerimi “hislerimle” düşündüm.
Eskiden bir laf vardı, “Tertemiz bir ev boşa geçmiş bir hayat demektir.” Bu cümleyi sevmiştim, düzene düşkün aklım da sevmişti, tüm günümü temizlik (burada temizliği bir metafor olarak kullanalım) bir yerli yerindelik peşinde geçireceksem; yaşıyor muyum gerçekten?
Kaldı ki ben tüm düzen düşkünlüğüme rağmen düzensizlik içerisinde de harekete geçebilen bir yapıyım, fark ettiğim an hemen bırakırım kitlendiğim ve beni eylemden alıkoyan zihinsel oyalanmamı. Kimilerimiz, bu mükemmelliyeti aramak uğruna asla harekete geçmez, bir şey kafada tamamen düzgünce tasarlanmadan en ufak bir adım atmaz, dahası bir şey alsa mükemmel / kusursuz olamayacağı için ve bunun gerçekliğine daha baştan yenilerek eylem gerçekleştirmez.
Hayaller kurar, tasarlar, çok da güzel fikirleri vardır. Ama o fikirler asla bedenlenmez.
Bedenlenmeyen, dünyaya aktarılmayan fikir; gerçekten bir şeye hizmet ediyor mudur? Benim evde kendi kendime hülyalara dalarak dans etmemin size bir faydası olur muydu? “Şöyle bir ders yapsam da herkes kendi göbeğiyle bağ kurup biraz duygularında derinleşse…” diye düşünüp evde bunu aylarca tasarlasam ve asla tasarımdan emin olmadığım için bu fikirleri bekletsem biz bunca insan nasıl dans ederdik?
Dünya, mekanlar, ilişkiler, bedenlerimiz vitrine konup izlenecek yapılar değil; onlar tam da içinde yaşadığımız ve bolca hatalar yaparak hissetme özgürlüğümüzün olduğu alanlar.
Hiçbir yer, hiçbir plan, hiçbir insan kusursuz olacak kadar sıkıcı değil.
Bir mükemmeli, bir vitrini ancak bunun mümkün olmadığını kabul ettiğimiz yerde bulabiliriz.
O zaman bir yönelimimiz olur, arayışın bir fonksiyonu olur ve mümkünsüzlüğünü bildiğimizden de gerilmeyiz. Aman dikkat! Hızlıca geri ilüzyona düşebiliriz.
O zaman kenarda dağınık duran bir eşyanıza baktığınızda aklınıza bu yazı gelir belki…