Dişil Enerjiyi Arttırmanın Yolları
“Dişil enerjimi nasıl arttırabilirim?”
Bu sorunun cevabını hep aynı veriyorum, yin ve dişil kavramlarının algısal boyutumuzda netliğini sağlamak için yazılar yazıyorum; daha idrak ettirici olması için ise elbette eğitimlerimde bu konuyu detaylıca açıklıyorum ve fiziksel çalışmalarla anlamamızı hedefliyorum.
Okumalarla dişil enerjiyi anlayacağımı hiç düşünmedim, okumalarla da anlamadım.
Dans yoluyla “yin niteliği” deneyimledikten sonra okuduklarımın anlamını kavramaya başladım. Bu nedenle daha önce birlikte dans ettiysek aşağıda yazanların size içeriden tınlayacağını düşünüyorum.
1- Dişil enerjimizi arttıramayız. Dişil enerji çabayla artacak bir şey değil, tam tersi bırakmayla, teslim olmakla derinleşecek bir niteliktir.
2- Dişil kelimesini daha halen dişi’den algılamak ve bunu kadınsı olma dayatmasıyla karıştırmak hem kapitalizmin başarılı bir kışkırtması hem de ideolojinin temelini oldukça yanlış anlamamıza sebebiyet veren bir karmaşadır.
3- Biyolojik cinsiyet kavramının gün geçtikçe anlamını yitirmesiyle kendimizi biyolojik cinsel kimliklerimiz üzerinden tanımlamak gün geçtikçe geçerliliğini kaybedecektir. Yani dişil ve eril kutupluluğunu olabildiğince cinsiyet bazlı tekdüze bir yerden değerlendirmemek, yin-yang; varlığın görünümünü bütünleyen iki tamamlayıcı faktör olarak benimsemek daha gerçekçi olacaktır.
4- Dişil enerjiyi “kadınsılık”tan özgürleştirdiğimizde öncelikle dişil enerjiyi arttırmak adına sunulan önerilerinin hepsinin dışarıdan geldiğini görürüz. Dişil enerji ise dışarısıyla pek ilgilenmez. Kendimize dışarıdan tahakküm kurduğumuz her türlü bakış aslında yang bir yaklaşımdır. Yin enerji hissettiğiyle ilgilenir, kendinde olmak haliyle ilgilenir. Bu hal; kadın, erkek, non-bionary, queer, gay… vb. cinsel yönelimlerimizi umursamaz, tüm insanlığı kapsar. Yani prototipleştirilmiş bir örnekle kaba tabirle: oduncu gömleği ve bol kot giyip saçlarını kısacık kesmiş bir kadının bu dayatmalarla dişil enerjisinin düşük olduğunu düşünürken; aslında onun kendi yin enerjisinde ne denli derinleşmiş olduğunu ve ne denli kendine yerleşmiş olduğunu asla bilemeyebiliriz.
Bu şartlanmaları bir kenara koyup o insana “gerçekten baktığımızda” olma halinin belli belirsiz sinyallerini görürüz.
Ama paradoksal bir şekilde gerçekten bakabilmek de derinleşmiş bir yin enerjiyi gereksinir. Dolayısıyla bu insanları fark etmemiz, denk gelmemiz de zorlaşır.
5) Dolayısıyla herkes kendi yin ve yang enerjisinin birleşiminden oluşmaktadır. “Yang yin’e hizmet eder” fikri yine cinsiyet üzerinden çok yanlış yorumlanır: “Erkek kadına hizmet eder.” Oysa buradaki asıl hedef “Eylemlerimiz duygularımıza/hislerimize hizmet eder.” gibi kendi içimizdeki dinamiklerin bir tezahürü olarak anlatılmıştır. Tam buralarda feminizm dalgaları ve tao felsefesi çakışacakmış gibi görünür ama bu yine yüzeysel aktarımın bir sonucudur.
6) Dişil enerjiyi genellikle gözle göremezsiniz. Nasıl ki bilinç dışımızı tam manasıyla algılayamayız, tanımlayamayız; dişil enerjimizi de aslında biliriz ama bilincimizle erişimimiz kısıtlıdır. Nasıl ki bilinç dışı aslında tüm davranışlarımızı yönlendirir; bilinçli kısmımızla bir nebze hakimiyet kurabiliriz elbette, ama eninden sonunda hoşlanmasak da engelleyemediğimiz duygulara, davranışlara sıkışıp kalırız. İşte dişil enerji de böyle görünmeden yaşamımızı yönlendirir, bazen de kendi dişil enerjimize olan özlemimiz.
7) Varlığı bu şekilde ikili bir bölünmeye tabi tutmak istemiyor da olabiliriz, ki değildir. Ancak dünya düzleminde varlığı “zihinselleştirebilmek” adına parçalara böleriz ki belirli bir oranda aklımıza hitap ettirebilelim. Aklımızı bıraktığımız ve kendimize düştüğümüz anlarda zaten ne cinsiyet, ne beden, ne dünya, ne madde olmadığını ve salt var oluşun olduğunu idrak edebiliriz. Koskoca evrenin minik bir noktası olmakla o noktanın da sonsuzluğa uzadığının bilgisi arasında.
8) Aslında beden madde boyutuyla yang’tır. Görünen, maddeleşen; hislerimiz, duygularımız ya da ruhsallığımız yin’dir, daha ebedidir: tam bu noktada yang’ın yine yin’e hizmet etmesi için dansı aracı olarak kullanıyoruz. Yani bedenimizi kendi ruhsallığımıza değebilmek adına bir geçit gibi işliyoruz. Bu yüzdendir ki kimi zaman dans bize hiç doyum vermez, yalnız hırs ve hareketten ibarettir; ama bazen insan kendini dans esnasında aşkınlar ve tam o noktada benliğini dahi unutarak bir anlığına ya da bir an öbekliğinde VAR OLUR.
9) Bu var oluş haline yani yin’e değmek için de birçok farklı yöntem kullanırız insanlık olarak. Resimle, müzikle dokunan, meditasyonla, yürüyüşle dokunan… Yin’le yang’ın buluştuğu: madde aracılığıyla tin’i hissettiğimiz yöntemler bularak dünyada daha “tam” olabiliriz. Bunu tamlanmayı başka insanlarla ilişkilenerek de deneyimleriz, yine de biliyoruz ki kendi eksiğimizi başkasından tahsil etmeye çalışmanın girdabı uzun vadede hasar verici olabiliyor.
Herkesin yin’ini yang’ını özümseyip kendi içinde birliğini yaşadığı günlere.