Oryantalizm Neden Bu Kadar Popülerleşti?
Oryantalizm, her ne kadar doğuya dair bir kavram gibi görünse de; aslında batıdan doğuya baktığımızda yorumladıklarımızın tümüdür. Yani doğudakiler kendilerine oryantalist demezler, bu uzakların onlara taktıkları isimdir. Batı dünyadasında oryantalizmin popülerleşmeye ve günden güne daha fazla öne çıkmaya başladığını görüyoruz. Bunun sebebini anlamak ise hiç zor değil.
Batıda insanın doğrusal bir çizgide ilerlemesi ve yalnızca hedefler, başarı, analiz, sistem dünyasında yaşaması kaçınılmaz bir katılığa mecbur bırakıyor zihinleri. Yaşam doğrular üzerine kurulu. Bu doğruların ve ideaların baskısıyla insan; hayali, duyguları, tatları ve hakikaten doyumu unutuyor. Listelerle yaşıyor, -meli -malı’lara tutunuyor, kusursuzluğu ve tekdüzeliği arıyoruz.
Yaşamın bundan ibaret olmadığını zihin değil, bedende bizi rahatsız etmeye başlayan bir şeyler söylüyor. Bir tatminsizlik hissi, kronik bir ağrı, anlamsızlığa düşmek, var oluşun yorucu bir hal alması, kaybolmuşluk, karmakarışıklık, fazlasıyla stres ve yetişmeye çalışmak. Sonucunda ise tükenmişlik. Nereye gittiğimizi bilmeden bir yere yetişmeye çalışıyoruz ancak yetişeceğimiz bir yer yok.
Doğuda zaman kavramanın doğrusal değil döngüsel tanımlandığını duymuşsunuzdur. Şeyler, düz bir çizgi ve tek doğruda tanımlanmazlar. Birbiri içine karışan, girişen, birbiri içinde var olan ve algıda bir özgürlük kapısı açan bakış açılarının evidir doğu. Dolayısıyla kendine rasyonalizmin içinden bakan gözlere mistik görünür, bazen anlamsız. Ama hep bir çağrı da duyar insan oraya. Kendini bulmak adı altında insanların seyahati hep doğuyadır, çünkü kendilik sistemlerin içinde sıkışmış ve kısıtlanmıştır.
İnsan bir çıkış yolu ararken, insan olmanın bu “oryantalizm” civarından geçiyor olduğunu hissediyor olmalı. İnsan kendini tanımlayamadığı alanlarda bulur. Duyguların, hislerin kucağına düşme ihtiyacı duyar. Bunların ise günümüzde gereksiz, eski moda olarak nitelendirilmesi ve yeni “cool”un hissizlik olması çağımızın problemi. Sadece ileriye dönük yüzlerle giderken biz; oryantalizm bizi yeniden toprak olmaya, ritim olmaya, ilkel dediğimiz ve hala temelimizi oluşturan o güdülere çağırıyor.
Bir yandan içselleştiremeyeceğimiz kadar basit bir yaşam biçimi oryantal olmak, bu basitliğe, sadeliğe akıllarımız ikna olmuyor. Tüketecek yeni bilgi, yeni deneyim, gösterecek yeni bir ürün arıyor. Bunu yaparken dinlenmek, dinlemek ekarte ediliyor çünkü gelişmemiz gerekiyor. Gelişmezsek, bu hızı yakalamazsak eksik kalıyoruz.
Oysa eksiklik buradan doğmuyor, eksiklik bizim yaşamayı atlayıp sürekli bir şey “yapmaya” çalışıyor olmamızdan kaynaklanıyor. Dahası insan olmanın hep bir eksik olmak demek olduğunu hatırlama fırsatımız da yok. Koşuyoruz.
Yavaşlamanın gereğini bedenimiz bize gösterebilir. Beden yavaş ve yumuşak bir aktivasyonun içinde bize var olmanın ne demek olduğunu gerçekten hissettirebilir. Kafamdan aşağısını yok saymak, onu yalnızca belirli eylemlerde dürtmek (cinsellik, fitness ya da fazla kilolarımdan kurtulma savaşlarım gibi) bedenli olmanın hakkını vermeye yetmeyecektir.
Beden, zihin, duygu birliği için; üçünün de birlikte koordine olduğu eylem veya eylemsizlikler de bulunmamız mühim. Sadece zihinle davranmak, büyük bir kısmımı yok saymam demek. Ve bu bütünlükle ben -izm’leri kenara atıp hakikaten oryantal olanı anlayabilirim.
İnsan olmak zaten özünde oryantaldir, dünyada nerede olursak olalım bir yerlerin doğusuyuzdur.
Nereye ilerliyoruz?